Sen Yarattın Bu Zindanı!
Uzun zamandır korkuyoruz, korkutuluyoruz.
Dünyanın geleceğine dair senaryolar kabus gibi. Gerçekleşeceğinden emin olduğumuz, sadece tarihini bilmediğimiz doğal afetler gittikçe yaklaşıyor. Dünyanın dört bir yanını saran terör yanıbaşımızda İstanbul’da toplantıya girerken, Ankara’da yürüyüş sırasında, Paris’te romantik bir akşam yemeği yerken, Beyrut’ta taksiden inerken yakalayıveriyor. Kim olduğunu, kimden olduğunu, yaşını, hayallerini sormuyor.
Bir anda yoksun.
Korkuyoruz!
Korku karşısında yapabileceklerimiz de sınırlı. Önce donmak ve hemen ardından gözümüz kesiyorsa saldırmak, yok kesmediyse kaçmak. Şu anda tüm dünyanın donduğunu görebiliyoruz ama ya sonra... Nereye kaçılacak? Zaten kaçarak, herşeyin parçası olduğumuzu inkar ederek, görmeyerek, fark etmeyerek, tepki göstermeyerek, -mış gibi yaparak ve daha kötüsü “neyse ki benden değiller” veya “çok şükür ben ve sevdiklerim iyiyiz” yanılgısı ile kendimizi modern zindanlarımıza tutsak ettik bile. Üstelik buradan kaçış da yok.
Ne zaman anlayacağız, olan herşeyin parçası olduğumuzu! Sensiz, bensiz olmuyor işte. Evet, mekanımız, inançlarımız, renklerimiz farklı olabilir, aynı zamanda yaşamamış da olabiliriz ama birbirimizin parçasıyız. Benim bir parçam olmayı kabul etmediğin sürece, kendi yarattığın küçük dünyandaki zindanındasın.
Zindanlarımızda kendinimizi güvende hissetmediğimiz için de üretemiyoruz, tüketmeye devam ediyoruz. Yeterince aldığımızı düşünmediğimiz için de veremiyoruz.
Zindanlarımızın kapısını cesaretle açalım! Önce çocuklarımıza “nefret” gibi, kocaman mesafeler koyan bir kelimeyi yasaklayalım. Yine çocuklarla ama mutlaka çevremizi de dahil ederek üretmeye ve vermeye başlayalım.
Tanımadığımız ve hatta bize hiç benzemeyen bir insana karşılıksız vermekle, hiç olmazsa haftada bir gün tüketmemekle, gerçekten ne olduğunu araştırmakla, anlamak için sormakla, merakla dinlemekle başlayalım?
“İnsanoğlunun en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünmesi. Hatta bütün yiyecekleri, hayvanları ve doğayı kendine sunulmuş bir nimet sanıyor. Evren dediğimiz bütün içerisinde, kendisini diğer canlılardan ayrı tutuyor. Doğayı istediği gibi kullanıyor. Yıkıyor, yok ediyor.
Halbuki insanoğlu bu evrende zincirin sadece küçük bir parçası. Bunu reddederek aslında kendisine bir hapishane yaratıyor. İnsanın bu yanılgıdan kurtulması en büyük özgürlük. Tabii bu da tam olarak mümkün olmayabilir ama bu çabanın kendisi de bir özgürlük.
İnsanoğlu kainat dediğimiz bütünün bir parçasıdır, zaman ve mekanla sınırlanmış bir parça. Kendi benliğimizi, düşüncelerimizi ve duygularımızı her şeyden soyutlanmış zannediyoruz ve buna bilincin yarattığı bir yanılsama da denebilir. Bu yanılsama bizi kişisel arzularımıza ve en yakınımızdaki birkaç kişiye olan bağlılığımıza hapseden bir cezaevi gibidir. Görevimiz, şefkat evrenimizi tüm canlıları ve bütün güzelliğiyle doğayı da kapsayacak şekilde genişleterek, kendimizi bu cezaevinden azat etmek olmalıdır. İnsanoğlu varlığını sürdürecekse yeni bir zihniyete ihtiyacı vardır.”
ALBERT EINSTEIN
Kitap önerisi:
"Cesur Yeni Dünya" bizi "Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Kardeşlik, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."